arama

S I T E - I Ç I - A R A M A :
https://www.google.com/cse

yeni yazı gelince haberdar olun..

sayfayi
izle
it's private
powered by
ChangeDetection

11 Şubat 2013 Pazartesi

Ricardo'nun Eşitlik Teoremi 

Dünya Gazetesi'nde çıkan eski bir yazıdan

Yarına Düşünceler - Ali İhsan Karacan

Günümüzde devletin iç borçlanması çoğu kez bazen siyasetçiler, bazen akademisyenler, bazen de işadamları tarafından resesyonun, işsizliğin, enflasyonun, yüksek faiz oranlarının, dış ticaret açıklarının ve ekonominin olumsuz işleyişinin başlıca nedeni olarak gösterilmektedir. Bunun temelinde çoğu kez Keynesyen yaklaşımları görüyoruz. Bir yandan borçtaki artışın kısa sürede ekonomiyi canlandırdığı düşünülürken diğer yandan kamunun fon için özel kesimle rekabetinin faizleri yükselttiği ve üretimin bileşimini değiştirdiği, uzun dönemde özellikle özel yatırımlar üzerinde “crowding out” etkisinin bulunduğu ileri sürülüyor.


Geleneksel yaklaşım bu olmakla birlikte devletin borçlanmasına özellikle “yeni klasik okul” olarak isimlendirilen iktisatçılar grubunun farklı bir yaklaşımı var. Ricardian Equivalence Theorem (RET) olarak isimlendirilen açıklama kamu harcamalarının finansman biçiminin, vergi ile mi yoksa iç borç imi finansmanının önemli olmadığını ileri sürüyor. RET’e göre devletin harcamaları ve marjinal vergi oranları önemli olmasına karşın borç/vergi bileşiminin önemi yoktur. Kamu harcamalarını vergi ya da borçlanma ile finansmanı ne sermaye birikimini ne de hane halklarının ve iş aleminin tüketimini etkilemez. Bunun nedeni de oldukça basittir: Borcun değeri ile borçların tekabül ettiği gelecekteki vergilerin şimdiki değeri birbirine eşittir.

Teori basit bir biçimde bu şekilde formüle edilmektedir. Ama gerisinde bir dizi varsayım bulunmaktadır. Teorinin çıkış noktasında da aslında iki ayrı teori bulunmaktadır. Birincisi işletme finansında oldukça yoğun bir biçimde tartışılan Modigliani/Miller Teoremi olarak ifade edilen ve şirketin borçla ya da özkaynakla finanse edilmesinin firma değeri üzerinde etkisinin olmadığını söyleyen yaklaşım. Diğeri de iktisatta tüketim teorileri içinde yer alan sürekli gelir/hayat dönemi olarak ifade edilen ve yine Modigliani’nin ileri sürdüğü bir başka hipotez.

RET’i isim olarak ilk kez kullanan olmamakla birlikte teorileştiren kişi ünlü “Devlet Tahvilleri Net Servet mi?” (Journal of Political Economy, Kasım-Aralık 1974) makalesiyle Robert Barro olmuştur. Bu daha sonra iktisat yazınının en çok tartışılan konularından biri haline gelmiştir. (Bu konuda çok toplayıcı bir çalışma ve geniş bin bibliyografya için: J. J. Seater, Ricardian Equivalence, Journal of Economic Literature, March 1993 ve ayrıca J. Tobin, Asset Accumulation and Economic Activity, University of Chicago, 1980; Agell-Persso-Friedman, Does Debt Management Matter 7, Oxford, 1992 ve R. Barro, The Ricardian Approach to Budget ;Deficits, Journal of Economic Perspectives, 1989). Teorinin zaman boyutu, mirasçılara mal bırakma güdüsü, çocuksuz ailelerin durumu, likidite sınırlamaları, belirsizlik, farklı borç faizi oranları, bölüşüm etkileri, büyüme oranı ile faiz oranı farklılıkları, bozucu etkiye sahip vergiler, yabancıların iç borç sahipliği konularında bir dizi varsayımı ve sınırlaması var.

Teorinin temelinde yatan bazı ilkeler var. Bir kere devlet harcamalarını temelde iki kaynaktan finanse edebilir. Birisi vergi, diğeri borçlanma. Devlet eğer vergi yerine borçlanmayı yeğlerse özel kesimden daha az para alacak demektir. Yani vergi mükellefleri daha fazla vergi sonrası gelire sahip olacaktır. Bunlar, bu ellerinde kalan ilave parayı harcamayacaktır. Ya ileride kamu borcunun ana para ve faiz ödemeleri için gerekli olan vergileri ödemek için tasarruf edecekler ve bunu vergileri ödemek için tasarruf edecekler ve bunu vergileri ödemek için çocuklarına para bırakacaklardır. Yani bir başka ifadeyle vergi/borçlanma tercihi sadece kamu finansmanı zaman boyutunu değiştirir. İleride devlet borçlanma seçeneğini terketmek istediği zaman bunun bedelini vergi mükellefleri ödeyecektir. Aslında devletin zaman zaman iflas ettiği ya da edeceği söylenir. Bu teknik olarak doğru değildir. Devlet istediği zaman kendi parasının arzını ayarlayarak gereksinimi olan parayı karşılar. Ulusal para ile borç nedeniyle devlet iflas etmez. Borç daha ucuz para ile ödenebilir; ama ödenmemesi için bir neden yoktur. Yani devlet gerektiğinde monetizasyon yolu ile borcunu ödeyebilir. Bu bir siyasal ve ekonomik tercih sorunudur.

Zaman zaman borç nedenliyle “çocuklarımızın parasını harcıyoruz” savları yapılmaktadır. Teori bunu yanıltıcı bulmaktadır. Çünkü çocuklarımızın parası henüz basılmamıştır. Ve çocuklarımız gereksinme duyduklarında parasal otoriteler ve mali sistem o zaman bunu karşılayacaktır. Diğer yanda çocuklarımızdan ileride borcu ödemek için devlet vergi istese, biz de onlara devlet borcunu temsil eden kağıtları bırakacağız. Yani başlangıçta da ifade ettiğim gibi borçlar aslında ileride alınacak vergilerin şimdiki değerine eşittir.
Devletin harcamalarını finanse etmesi açısından bakıldığında yeni klasik okulun yaklaşımlarından birisi, birinci en iyi dünyada (yani en ideal ekonomik durumun olduğu ortamda), devletin iç borcunun optimal nominal faiz oranının sıfır olması gerekir. Çünkü para ve tahvilin ikisini de üretmek maliyetsizdir. Ve paraya faiz ödemeyip tahvile faiz ödemek bozucu durum yaratan bir olgudur ve bu birinci en iyi dünyada etkinliği bozar. Hatta ikinci en iyi durumda bile devletin faiz taşıyan tahvil ihracı arzulanır bir durum olmayabilir (D. Romer, Why Should Governments Issue Bonds?, Journal of Money Credit and Banking, May 1993).

RET’in bir başka sonucu kamu harcamalarının finansman biçiminin önemli olmamasına karşın harcanma biçiminin önemli olduğunu vurgulamasıdır. Bir başka ifadeyle, iç borçlanma ile kamu harcamasının finansmanının enflasyonist bir etkiye sahip olmadığı, enflasyonu harcama politikasının, yani harcamaların tür, biçim ve alanının yarattığı ileri sürülmektedir. (McCallum, Are Bondfinanced Deficits Inflationary?, Journal of Political Economy, Şubat 1984).

RET kamu borçlanmasının göreli ve mutlak miktarının son derece önemli hale geldiği ülkemizde üzerinde tartışılması ve test edilmesi gereken bir teori. Acaba iç borçlanma özel kesim harcamaları üzerinde "crowding out" etkisi yaptı mı? Yoksa dış borçlanma nedeniyle bu etki ertelendi mi? Faiz oranlarının artışı üzerinde borçlanmanın etkisi önemli mi? İç borçlar gerçekten de ileride vergiyle ödememiz gereken bir harcamayı mı finanse ettiler?Enflasyon üzerinde iç borçlanma mı etkili oldu, yoksa bu dönemdeki kamu harcama politikası mı? İç borçlanma gelir dağılımını ve kamu harcamalarının finansmanının zamansal dağılımını nasıl etkiledi? Bu politikalardan sosyal güvenlik sistemi nasıl etkilenecek? İç borçlanmanın dış borçlanma ile bağlantısı nedir? İçerideki mali kurumların kredi değerliliğini düşük gördüğü belediyeler, nasıl oldu da böylesine dış borçlanmaya gidebildiler? Dış borçlanma ve leasing yoluyla yerel yönetimlerin harcamalarını finanse etme yöntemlerinin genel ekonomik etkileri nelerdir? Bütün bu sorular test edilmeyi beklemektedir. İç borçlanmanın böylesine önemli olduğu bir ülkede siyasetçilerin, akademisyenlerin ve işadamlarının konulara günlük kaygılarla yaklaşmaya ve ileri derecede miyop olmaya hakları olmadığı kanısındayım.



CROWDING OUT: Gelişime yönelik mali politikalar sonucu yatırımların azalması. Eğer hükümet bir resesyona harcamalardaki artış ya da vergilerde indirimle tepki verirse (her ikisi de devlet bütçesinde açığı büyütür) faiz oranları artma eğilimine girer. Yüksek faiz oranları da yatırımları azaltır. Bazı kitabi iktisatçılar böyle bir yatırım “crowding out”unun gelişme politikasını da tersine çevirdiğini iddia ederler; ama buna herkes katılıyor değildir. Crowding out oluştuğunda ekonomik gelişme azalır, ancak (bu nokta çok önemli) hükümet azalan özel sektör yatırımlarını altyapıda, eğitimde ve diğer büyümeye yönelik harcamalarda kendi kamu yatırımlarını artırarak karşılarsa durum değişir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder