arama

S I T E - I Ç I - A R A M A :
https://www.google.com/cse

yeni yazı gelince haberdar olun..

sayfayi
izle
it's private
powered by
ChangeDetection

16 Eylül 2006 Cumartesi

'Batı direncimizi kırmak istiyor'

Milli Gazete'ye konuşan YARIN Dergisi yazarı Altay Ünaltay, “Batı, Müslümanları ilkel ve şiddet düşkünü bir kültürün çocukları olarak göstermek istiyor” diyor

Türkiye Avrupa Birliği’ni bir Medeniyet Projesi olarak görüyor. Bu yanlış bir hedef değil mi? Türkiye 1100 yıllık bir medeniyetin temsilcisi, AB ise daha kurulalı 50 yıl oldu. Üstelik ekonomik bir birlik olarak kuruldu.
Avrupa, miladi 5. yüzyılda Roma kentini alarak Batı Roma’yı yıkan Germen kralı Odovakar’dan beri Roma imparatorluğunu tekrar kurma peşindedir.

Ama yüzyıllarca bunda başarılı olamadı. Kuzeydoğu’dan gelerek Batı Roma’yı istila eden göçebe Germen kabileleri (ki buna tarihte “kavimler göçü” denir). Zamanla yerleşikliğe geçerek bugünün Avrupalı devletlerine dönüştüler. Kendilerine evrensel Roma fikrini ise manevi vaftiz babaları Katolik Kilisesi aşıladı. Ama bu Germen kabileleri göç halinde oldukları dönemlerden beri birbirlerini sevmezler. Birleşip Roma’yı kurmak ama sevmedikleri yekdiğerinden ayrı durmak. İşte Avrupa tarihi, bir yönüyle de bu “sevgi-nefret” ilişkisinin damgaladığı, yüzyıllar boyu sürmüş savaşların, çatışmaların, anlaşmazlıkların huzursuz tarihidir. Ve bu haliyle de bir medeniyet projesi olamaz. Tarihte Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun, Napolyon’un, Hitler’in başına geldiği gibi (ki bunların hepsi aslında Birleşik Avrupa projeleri ya da takipçileri idiler), bu proje de kendi ağırlığı altında çatırdıyor. Bir türlü atlatılamayan iktisadi durgunluk ve ardından gelen ve Avrupa anayasasına redle sonuçlanan referandumlar tekrar dağılmanın işaretlerini ufukta gösteriyor.
Türkiye, AB’yi bu kadar önemserken, Avrupa Türkiye’yi öteki olarak görmeye devam ediyor. Ve sürekli bekleme odasında tutuyor? Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Birçok açıdan biz Avrupa’da ötekiyiz. Çünkü Avrupa’nın erişmeye çalışıp da yüzyıllardır başaramadığı imparatorluk bizim tarihimizdir. Ya da şairin dediği gibi “kudret ve zafer bizlere mirastır dedemizden”. Bu nedenle Avrupa açısından Türkiye hala “tehlikeli” bir ülkedir. Diğer kavim kökenli devletler gibi mütevazi bir antite değildir. Tabir caizse içinde farklı ama güçlü bir başka evrensellik iddiası uyumaktadır. Ve bu her an uyanabilir. İslam dünyasını biryana bıraksak dahi, AB’ye giren bir Türkiye, kısa sürede, özellikle AB’ye dahil Doğulu-Ortodoks ülkelerle birlikte içeride ayrı baş çekmeye başlayabilir. Şaşırtıcı belki ama Osmanlının tarih boyu Ortodoks toplumların da devleti ve Bizans’ın varisi kabul edildiğini unutmayalım.
Türkiye’yi kuşa çevirdiler
Peki bizi AB’ye hangi şartlarda alırlar?
Bu ve benzer mülahazalarla Batı’da Türkiye hep tehlikeli görüldüğündendir ki, eğer birgün olur da AB’ye girecek olursak, Nasrettin Hoca’nın tabiriyle Türkiye’yi “kuşa çevirmeden” bunu yapmayacaklardır; kolunu kanadını kesecekler, siyasi iradeyi felç, ekonomisini de tamamen dışa bağımlı ve zayıf hale getirecekler ve muhtemelen bölünmek üzere olan ya da bölünmüş bir Türkiye’yi AB’ye kabul edeceklerdir.
Biliyorsunuz son olarak karikatür tartışması hortladı. Bu tartışma durup dururken nereden çıktı? Karikatürler yayınlanırken, basın özgürlüğü ve fikir özgürlüğü kavramları dayanak gösteriliyor. Bir milletin dinine ve geleneklerine hakaret etmenin basın ve fikir özgürlüğü ile bağdaşır bir yanı var mıdır?
Bu olayın bence iki vechesi var. Birisi Hollanda, Danimarka ve Norveç gibi ülkelerin kendine özgü liberal kültürüdür. Hatırlarsınız bundan bir müddet önce Hollanda’da Pim Fortuyn adında bir eşcinsel politikacı öldürülmüş ve bunun suçu oradaki Müslüman göçmenlerin üzerine atılmıştı. Daha sonra bu suçtan bir başka Hollandalı hayvan hakları eylemcisi tutuklandı. Ama İslam’a husumet yatışmadı. Pim Fortuyn aslında olayların kavşağında bir kişilikti: Müslümanları ülkesinde istemiyordu. Kendi bir eşcinsel ve eşcinsel hakları savunucusu olarak, eşcinselliğin hoşgörüyle karşılandığı Hollanda toplumunda bunu hoşgörmeyen Müslüman göçmenlerin ayrı baş çektiğini ve toplumsal uyumu bozduğunu söylüyordu. Kendi hoşgörüsüz değildi ama hoşgörüsüzlük yayan bu kültür Hollanda’dan gitmeliydi!
Peygamberimize yönelik bu karikatürlerin yayınlanması bilinçli bir provokasyonun ürünü müdür? Yoksa birkaç karikatüristin işgüzarlığı mı?
Şimdi aynı şekilde, bu ülkelerin makamları ve gazeteleri bir dinin peygamberi ile alay etmenin kendi standartları açısından mümkün olduğunu düşünüyor ve konuyu ifade özgürlüğü bağlamında ele alıyorlar. Aslında ben karikatürleri ilk yayınlayan gazeteye bundan aylar önce bir protesto mesajı yazmış ve kendilerini, savundukları aynı fikir özgürlüğü adına “çocuk pornografisi” ya da “çocuklara tecavüz” (ki bu toplumlarda bu rezaletler yaygın olarak yaşanmaktadır; kendi istatistikleri buna şahittir!) mağduru çocuklarla da ilgili başka karikatür yarışmaları düzenlemeye davet etmiştim. Öyle ya, madem fikir özgürlüğü önünde hiçbir çekince, hiçbir ar perdesi, hiçbir üst ilke kalmamalıydı; o zaman hodri meydan! Bu konuda bir cevap alamadım.
Batı, parçalamayı sever
Batı’nın tavrına karşı koyabilecek başka güç var mı?
Rusya ve Çin var ama siyasal bütünlüklerini hala korumakta olduklarından bunların parçalanması elzemdir. Batı ergeç bu yola yönelecektir. Ancak bence burada yapılmak istenen Protestan bir Batı kültürünü bu medeniyetlerin yerine geçirmek değil. Yapılmak istenen kapitalizm ve serbest piyasanın zincirinden boşanmış eşitsiz ve çıkarcı ilişkilerini tüm dünyada egemen kılmak ve buna karşı olan bütün kültürel-siyasal bütünlükleri parçalamaktır. Ki böylece uluslararası sermaye evrensel sömürüsünü tüm dünya küresi üzerinde sağlamlaştırabilsin. Küreselcilik denen afetten bahsediyorum yani. Hıristiyanlık bu ilişki biçimlerini kolaylaştırdığı için propaganda edilen bir inançtır. Buna uygun olmadığı yerde ona da hoşgörü yoktur. Bugün Hıristiyanlık içinde Katoliklik ile Protestanlık arasında süren kavgayı bilenler burada ne kastedildiğini iyi anlarlar.
Neyin kavgası bu?
Bu kavga İslam’a karşı yürütüldüğü kadar açık ve fizik şiddete dayalı değildir ama alttan alta ve şiddetli şekilde cereyan ediyor. Zaman zaman bu kavganın günyüzüne çıktığını da gördük. Bunlardan biri Papa 2. Jean Paul’un ABD’nin Irak seferinin doğruluğuna fetva vermemesi ve en güvendiği kardinallerinden birini Başkan Bush’a göndererek onu fikrinden vazgeçirmeye çalışmasıydı. Ama finans kapital kararını vermişti. Emrindeki büyük medya aynı tarihte Katolik kiliselerindeki çocuklara cinsel taciz olayları ile ilgili bir karalama kampanyası başlattı. Kampanya o kadar etkili oldu ki, birçok inanmış Katolik kiliselerine gitmekten vazgeçtiler; yardımlarını kestiler. Soru şu idi: Böyle şeyler zaten uzun süredir oluyor ve olduğu biliniyordu. Bu neden tam da o önemli günlerde basın ve ekranlara taşınıverdi?
Müslümanları şiddete düşkün göstermek istiyorlar
Bu tartışmalar ve hakaretler içeren karikatürlerin yayınlanması sonrasında, ortaya çıkan protesto gösterileri sonrasında olayın boyutu nereye gider? Ya da olaylar bilinçli bir şekilde mi yönlendiriliyor ve kalabalıklar bir yerlere mi çekilmek isteniyor?
İslam dünyası çok dikkatli olmalıdır. Eğer tahmin ettiğimiz gibi, bu İran üzerine bir harekatın yolunu açmak için ise (ki Türkiye burada bir cephe ülkesi haline gelecektir) amaç Müslümanları ilkel ve şiddet düşkünü bir kültürün çocukları olarak göstermek ve üzerlerine yönelecek her türlü saldırıya karşı dünyada Müslümanlara destek ve sempatiyi kırmaktır. Kim delilerin elinde atom bombası olmasını ister ki? Bırakın onu, kim delilerin elinde azıcık olsun güç olmasını ister ki? O halde bugün İran’a, yarın başka Müslüman ülkeye yönelik bu harekatlar baştan aşağı meşru ve haklı olur.
Siz bu provokatif eylemlerin direnç kırmaya yönelik olduğunu düşünüyorsunuz?
Evet. Yine bir başka yapılmak istenen de, İslam dünyasında insanlara çaresizlik duygusu yaşatmak, kutsalları ayaklar altına alınırken hiçbirşey yapamamanın getirdiği kahredici acıyı onlara tattırarak insanları şiddet ve delilikler içinde yitip gitmeye, ya da yıkıcı bir acz duygusu içinde hareketsizliğe sürüklemek ve bu yolla direnci kırmaktır. Ama bu tehlikeleri sezersek, bizler basiret sahibiyiz; gereğine göre davranabiliriz. Umutsuzluğa mahal yok! Öncelikle bilelim ki, biz bizden öncekilerin başına gelenler bizim başımıza gelmeden yaşayabileceğimizi sandıysak yanılgı içindeyiz. Bizim Peygamberimiz sağlığında taşlandı, yuhalandı, alay edildi ve başına bunlar gelirken o zamanın Müslümanları, çok istemelerine rağmen, buna engel olamadılar.
İnsanların inanç ve dayanıklılığının böyle bir ateş çemberinden geçtiği çok zamanlar var tarihte…
Tepkimizi göstereceğiz; ama akıldan yoksun ve sel gibi kopup gelen şiddet ve duygu boşalmaları halinde değil; sakin, vakur ve ağırbaşlı olarak organize, kararlı ve mantıklı bir biçimde tepkimizi göstermeliyiz. Bizim son çağlarımızın hastalığı olan, üç günlük tepki fırtınaları yaşamak ve üç gün sonra bu olanları unutmak şeklinde de olmamalı bu tepki. Sakin ama kararlı olmalı tepkimiz ve zamana yayılmalı; bu olayların üzerinden belki yıllar geçse bile biz olanları unutmamış olmalı, aynı kararlılık ve tazelikle meselemizin takipçisi olmalıyız. İbadetin az ama sürekli yapılanı makbul olduğu gibi, böyle meselelerin de sakin ama sürekli takipçisi olmak makbuldür.
Bütün bu olaylar ortada dururken, köklü bir medeniyetin temsilcisi ve dünyanın yön göstericisi olmuş Müslüman bir milletin AB’ye girmek için her şeyini seferber etmesini doğru buluyor musunuz?
Kamuoyu oluşturuyorlar
Karikatürlerin özellikle Danimarka ve Norveç’te yayınlanmasının özel bir anlamı var mı?
Bu karikatürleri ilk yayınlayan Danimarka Gazetesi Jyllands Posten’a bundan birkaç ay önce Hz. İsa karikatürleri getirilmiş ve yayınlanması istenmiş, ama bu reddedilmiş. Hollanda, Danimarka ve Norveç 2. Dünya Savaşı sonundan itibaren Anglosakson (Amerika-İngiliz) kültürel-siyasi-ekonomik etki alanına Kıta Avrupası içinde en yakın olan ülkelerdir. Ve İran’a karşı bir askeri harekat için dünyada uygun bir kamuoyu oluşturmak isteyen bir “gizli el” buralarda hedefini gerçekleştirmeye daha uygun ortamlar bulabilir.
Samuel Huntington’un medeniyetler çatışması tezi gerçek mi oluyor? Son yıllarda medeniyetler ittifakı ve dinler arası diyalog kavramları ortaya atıldı. Fakat, biz Avrupalılarla diyalog ve ittifak isterken, Batılılar bizim peygamberimizi bile tanımıyor peygamberimize hakaret ediyorlar? Bu diyalog nasıl mümkün olacak?
Az önce konuştuğumuz gibi emperyalist siyasetin kullanabileceği araçlar açısından bence hiçbir ahlaki sınır yoktur. Bugün Hz. Muhammed’i politik manipülasyon aracı yapmaya kalkıştığı gibi, dün kendi halkından binlercesini öldürüp suçunu dışarıda birilerinin üstüne atabilir, yarın kendi kutsalı (eğer hala öyleyse!) Hz. İsa’yı politik emelleri için vasıta olarak kullanabilir. Aydınlanma Çağı’ndan beri Batı’da kısmen dinin yerini alarak kutsallık payesine erişen bilim ve laik felsefe de aslında emperyalist politikaların birer aracı olarak kullanılabilir ve kullanıldı. Yani aslında burada Batı’nın çıkarları sözkonusu olduğunda hiçbir kutsalı olmadığını söylemeye çalışıyorum; buna bilim ve felsefe de dahildir.
Batılı olaya çıkar amaçlı bakıyor
Batı’nın tavrını nasıl yorumlamak gerekiyor?
Samuel Huntington adında bir yazar Medeniyetler Çatışması adında bir kitap yazmış ve bu dünyada tartışılır hale gelmişse, bu Batı’nın samimiyetle böyle bir şeye inandığı gibi, “bilgi öncelikli” kendi saf Doğulu bakış açımızdan değil, “çıkar öncelikli” Batılı emperyalist bir bakış açısından incelenmelidir: Batı’ya kendi saldırgan politikalarını meşrulaştırmak için bir fikir gerekmiş ve bu icat edilmiştir; o kadar. Bunun doğru olması şart değildir. Biraz inandırıcı olması ve Batı’nın propaganda aygıtları ile her kanaldan beyinlerin bombardımanına müsait olması yeter. Bunun gibi, görünürde bu kadar ırkçılık karşıtlığından sonra Batı birgün çark edip zencilerin gelişmemiş bir ırk olduğu konusunda bilimsel tezler de yayınlayabilir; çünkü o sıra politik çıkarları bunu gerektirecektir.
İslam medeniyetini öteki olarak, gelişmemiş olarak ve ıslah edilmesi gereken bir medeniyet olarak gören Batı’nın tavrına karşı ne yapılmalı?
Aslında Batı açısından sorun “İslam sorunu” olmaktan da öte ve sömürgecilik döneminin başlarında söylenmeye başlandığı gibi bir “Doğu sorunu” bence. İslam kültürü (kendini “Kalvinist” zanneden kimi Müslümanların varlığına rağmen) kapitalizm, serbest piyasa ve bireysel başarı fikrine son kertede elverişli değildir. Ticaret İslam’da (ilk Hıristiyanlığın aksine!) zemmedilmiş bir şey olmamakla birlikte bu zincirlerinden boşanmış bir mal-mülk-güç-servet yığma çılgınlığına dönüşemez. Biryerden sonra İslam’ın toplumsallığı ağır basar. O halde bu büyük bütünlükler parçalanmalı, dönüştürülmeli ve mukavemet edemez hale getirilmelidir. Ne yazık ki, İslam dünyası politik olarak parçalanmıştır ama kültürel direnç devam etmektedir.
Bu olaylar aslında bir tarafıyla hayırlı da oldu. AB’yi bir uygarlık beşiği zanneden ve oraya girmekle her türlü hak ve hukukunun kendine teslim edileceğini sanan nice insan uyanacak ve Batı’nın insan hakları standartlarının sadece Batılıların kendileri için geçerli olduğunu göreceklerdir. Öte tandan Türkiye, karşılıklı anlaşmalar gereği AB içi hukuki yolları takip edebilme ve dava açabilme hakkına sahip olduğundan tüm dünya Müslümanları adına bu haklı davayı takip edebilir; İslam dünyasının “dava vekili” olabilir. Belki, sonuçta ortaya hiçbirşey de çıkmayabilir. Ama, örneğin bir AİHM’den hiçbir sonuç çıkmadığını dosta düşmana göstermek bile çok hayırlı olacak; Türkiye’nin uzun zamandır kendini kaptırıp yüz yıl vakit kaybettiği bir Batılılaşma hülyasından uyanmasını sağlamak bile büyük bir başarı olacaktır. Sözlerimi vatan şairi M. Akif Ersoy’un şu dizeleriyle tamamlayayım:

“Göster, Allah’ım bu millet kurtulur, tek bir mucize,
Bir utanmak hissi ver, gaip hazinenden bize.”

Röportaj: Mustafa Canbey

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder